Aydın’da bir kamu kuruluşunda teknik ressam olarak görev yapan Engin Birsoy, hobi olarak başladığı ahşap oymacılığında önce bedenleri, sonra da ruhları ısıtıyor. Makedon göçmeni bir baba ile Yörük bir annenin çocuğu olan Birsoy, 1975 Aydın doğumlu. Endüstri meslek lisesi makine ressamlığı mezunu. Yıllarca bir termik santralde görev yapmış. Sonra memleketine dönmüş. Ahşapla yolculuğu ise 2000’li yılların başında eline aldığı bir çam ağacı kabuğu ile tesadüfen başlamış.
KİŞİYE VE MEKANA ÖZEL ÇALIŞIYOR
Mesaisi bitince soluğu Efeler Çeştepe’deki evinin bir odasına oluşturduğu küçük atölyesinde alan Engin Bey, 16 yılda tam 328 esere imza atmış. Kişiye ve mekana özel çalışan Engin Birsoy’un yaptığı tablolar arasında hayvan figürlerinden tutun da tarihi kişiliklere kadar yok yok! Ama içlerinde belki de en özelleri ‘zeytin’ figürünün çeşitli şekillerde vücut bulmuş hallerini yansıtanlar… “Unutulmaya yüz tutmuş sanatlara karşı ilgim hep vardı. Ahşap da bu unutulmuşluklardan nasibini almış galiba! Ahşap önce bedenimizi, sonra da ruhumuzu ısıttı. İnanıyorum ki, sıcaklığı buradan geliyor” diyor.
RUH NE İSTERSE, İNSAN ONU YAŞAR
Ahşap oymacılığı konusunda özel bir eğitim almadığını, kendi kendine öğrendiğini, hobi olarak başladığı bu işin (deyim yerindeyse) zamanla tutkuya, aşka dönüştüğünü dile getiren Birsoy, “Yaradılış gereği doğaya ait varlıklarız. İnsanoğlu ne zaman ki tabiattan uzaklaştı, stres denen olgu oluştu. Bu nedenle kültürümüzü ve yaşanmışlıklarımızı hayatla birleştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. İnsanlarda son yıllarda kendilerini soyutladıkları doğaya karşı bir özlem görüyorum. Ruh ne isterse, insan onu yaşar. Ahşap da tabiatın bir parçası. Bizden bir parça. Yaptığım eserlere dokunup koklayanların doğayı hissetmelerini, üzerlerindeki statik enerjiyi boşaltmalarını istiyorum” görüşünü dile getiriyor.
HEPSİNİN ADI, ÖYKÜSÜ, MESAJI VAR
Engin Bey’in tablolarının tamamı kendi iç dünyasını, ruhunu yansıtıyor. Bu nedenle yaptığı her çalışmaya mutlaka bir isim veriyor. Hepsi de kendine özgü bir hikaye, mesaj taşıyor. Tamamı çok özel. İsteyen olsa da ikincisi yok. Gelelim ‘zeytin’ temalı çalışmalara… “Aydınlıyım. Zengin tarım coğrafyasında yaşıyorum. Pamuğumuz, kestanemiz, cevizimiz, zeytinimiz var. Aslında varmış! Ama hiçbirinin kıymetini bilememişiz. Zeytin ağacının ömrünü, şifasını, şahit olduklarını düşündükçe hayretler içinde kalmamak, hayıflanmamak mümkün mü? İnsan bunun değerini nasıl bilemez, nasıl anlayamaz?” diye soruyor ve ekliyor:
BU MEYVEDEN İLHAM ALMALIYDIM
“Bu kadar kıymetli, tarihsel ve evrensel olan bir meyve elbette bana ilham vermeliydi. Ahşap oyma konusunda hiçbir eğitim almamış olan benim için zeytin ve zeytinyağı sabah kahvaltılarında kesiğe (çökeleğe) döküp bandığımızdan ibaret olmamalıydı. Bu meyve kutsal kitaplarda da yerini almış, barışın sembolü olmuş, şifa olup bedenimize girmişse demek ki çok kıymetliydi. Bundan hareketle ‘Hayat Ağacı’, ‘Evvel Zamanda’, ‘Cennet’ten Gelen’, ‘Kadim Deva’, ‘Barış Zamanı’ vs. adlı eserler yaptım. Ahşap ve zeytin engin bir deniz. Ortaya çıkartabileceğim daha birçok şey olduğunu düşünüyorum.”