KONUK YAZAR
SABRİYE KOCABALKAN-İSTANBUL GASTRONOMİ KURUCUSU
‘Delice’den başlayarak
Ege ve Akdeniz çok şanslı…
Doğada kendiliğinden yetişen yabani zeytin ağaçlarına bu coğrafyada rastlamak çok kolay.
Nasıl mı?
Ege’nin dağlık bölgelerine bir yolunuzu düşürün ya da yolda giderken durun, gördüğünüz yeşilliğe doğru yürüyün, sizi şaşırtacak yabani ağaçlarla karşılaşırsınız.
Akdeniz’de dolaşın, yolunuzu düşürün Hatay’a, köylerini dolaşırken bırakın yol sizi götürsün, hiç görmediğiniz muhteşem bir doğayla bütünleştirsin.
Çok kolay rastlarsınız ‘Delice’ ağaçlarına.
Zeytin yüzyıllardan beri varlığın ve zenginliğin simgesi olmuş, tıpkı incir gibi.
“Kutsallığında sual olunmayan bu meyvelerin zenginlik ifadeleri içinde bulunduğu bölgeye getirdiği kazançtan olsa gerek” diye düşünüyorum, herkes zeytini kendi bölgesi için sahiplenmiş.
Doğduğu topraklar olduğunu anlatmak için birçok hikâye yazılmış.
Hikayelere efsaneler yol göstermiş.
Zeytini en çok da Yunanlar sahiplenmek istese de bitkilerin kültürel açıdan tarihini anlatan Viktor Hehn (1813-1890), Homeros ve Odesia’da anlatılan efsaneyi hatırlatır öncelikle…
“Efsaneye göre Herakles, Olympia’da galip gelenlere dallarından taç yapılıp takılan ‘Oleaster’ (Olea oleaster), yani yabani zeytin ağacı ‘Delice’yi, batının en uzak köşesindeki Hyperboreisoslulardan alıp buraya getirmiş” diye anlatılır, gezgin coğrafyacının ağzından.
Ancak bu söylem sahiplenilir, şiirlere konu olur.
Bu söyleme itibar edilir.
Her ne kadar bu söylence ile Yunanistan’da da yabani zeytin ağacı yetiştiği belirtilse de (ki, doğrudur da) Hehn kitaplarında bu ağacın daha sert bir iklime ve Samilerinkine kıyasla henüz genç ve gelişmemiş bir topluluğa ev sahipliği yapan Yunan topraklarında kısa sürede bol yağlı bir zeytine meyvesine dönüşmüş olmasının gerçek dışı olduğunu anlatır.
Yağlanmış zeytinin başka kültürlerden geldiğini ve halklar arası ilişkilerle taşındığından bahseder.
Bunun ise ne zaman olduğuna dair sürdürür araştırmalarını.
Hatay’ın bir ışıklı yolu vardır Kurtuluş Caddesi üzerinde.
Bu, tarihte meşalelerle aydınlatılan ilk caddedir.
Diyeceğim o ki, Samilerden bize kalan Nuh’un Gemisi ile taşınan zeytin ve zeytin ürünlerine ilişkin birçok eski sabunhane görürüsünüz Antakya’nın eski evlerinde.
Geniş avlulara açılan yan yana odalar, küçük mahzenler niteliğindedir bu eski evler.
Bu sabunhanelerde zeytinin yağı hem sabun, hem de kandiller için aydınlatma ana malzemesi olarak kullanılmış.
Ben öyle her anlatılana kolay ikna olmam.
Biyolog olmanın getirisidir bu ikna olmama durumum.
Bilim ispatı gerektirir.
İspatı olmayan söylem henüz boşta demektir.
Her söylemin bir destekçisi olması gerekir düşüncesiyle gittiğim ve yaşadığım yerlerde en iyi bildiği konu olan bitkiler benim yol göstericimdir.
Bitkilerin doğanın işlenmesinde ve insanlığa olan katkısını hepimiz biliyoruz.
Bütün bu anlattıklarım, ki bunlar; araştırma, makale, kitaplarından derlediğim ve içine kendi yorumlarımla size aktardığım bu yazımın teyidi çok basit.
Bir fırsat yaratıp bir tam gün ayırmanız yeterli, Hatay Arkeoloji Müzesi’nde tarih aralıklarına bakarak kendi yorumlarınızla kolayca teyit edebilirsiniz bu yazdıklarımı.
Müze içinde yer alan mozaik parçalarında resmedilen zeytini, narı, limonu kolayca görebilirsiniz.
Hemen söylemeliyim, müthiş müzelerimiz var.
Hazır Hatay’a gitmişken, Şanlıurfa ve Gaziantep’teki arkeoloji müzelerini de gezmenizi tavsiye ederim.
Sadece arkeoloji müzeleri yok tabii.
Şanlıurfa’da dillere destan bir Göbeklitepe var.
Mutlaka görülmesi gereken, küçük bir şehrin gerçek destansı değerlerinden, bir de hiç taşınmadan bulunduğu yere müze yapılan Haleplibahçe Mozaik Müzesi.
Müthiş hikayeler yaşatılmaya çalışılıyor bu müzelerde.
Tabii Gaziantep’teki Zeugma Mozaik Müzesi de bir o kadar önemli.
Mezopotamya çok bereketli bir bölge, tartışılması konu edilemez.
Ancak hemen söylemeliyim ki, Ege de bir o kadar kıymetli.
Aydın ve Muğla’yı anlatmak, içinde yaşamak gerekir.
Bergama, Ayvalık’ı anlatmadan geçemeyiz.
Ülkemize baktığımızda yüzyıllar öncesinden bize kalan bitki çeşitliliği göz kamaştırıyor.
Ancak bizlerin de elimizdeki bu değerlere sahip çıkmamız gerekiyor.
Bizlere ait olan geçmişten günümüze taşınan bu kıymetli mirasın hikayelerdeki yerlerini ortaya koymamız gerekiyor.
Böylece efsanelerin doğrulukları ve geçmiş dönem tarihçi, coğrafyacı, botanikçi, benzeri yazarların kalemlerinden de doğru olanları ayıklamak kolaylaşır ve yüzyıllarca bizden ses çıkmadığı için başkalarının sahiplendiği ürünlerimiz için ‘Biz de varız’ diyebiliriz.
‘Delice’yi anlatmaya, zeytinin nasıl yağlandığını ve bizler için vazgeçilmez bir besin olma yolunda olduğunu anlatmaya hikayelerinden bahsetmeye devam edeceğim.
İtalya’daki efsaneleri ve bugünkü ticaret hacmini, bir o kadar İspanya’ya değinmeden olmaz.
Dünyada zeytinin ‘Delice’den başlayan, günümüze değin ulaşan gerçek hikayeleri kahramanları ile bizleri bekliyor.
Yüzyıllardan beri kültürümüzün bir parçası olan zeytinyağı ister güzel kokulu, yumuşatıcı özelliği ile sabun, ister kandillerde aydınlatma için kullanılsın bugün sağlığımızın da korunması için önemli bir besin maddesi olduğunu unutmadan.