KONUK YAZAR
- DİLŞEN OKTAY ERTEM
ZEYTİNYAĞI ÜRETİCİSİ VE TADIM UZMANI
Herkese aitim ve kimseye ait değilim!
Bu yazıyı temmuzun ortalarında yazmaya başladığımda konu olarak yurdum insanının çevre bilincini seçmiştim.
Sonra araya meşguliyetler girdi, yazıyı toparlamaya fırsat kalmadan Manavgat ve Marmaris’ten, ardından Ege ve Akdeniz’in farklı yerlerinden yangın haberleri geldi, gelmeye de devam ediyor.
Şu an yangınlar hala sönmüş değil!
Bu dergiyi okuduğunuz günlerde umarım bilanço daha da ağırlaşmaz ama şu an Türkiye’nin ciğerlerinin büyük bir bölümü yandı ve yanıyor.
Kızılçam ormanları, zeytin ağaçları, arı kovanları, doğada yaşayan daha binlerce, milyonlarca canlı zarar gördü ve görmeye devam ediyor.
“Eğer vatan denilen şey kupkuru dağlardan, taşlardan, ekilmemiş sahalardan, çıplak ovalardan, şehirler ve köylerden ibaret olsaydı onun zindandan hiçbir farkı olmazdı” demiş Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk…
Çoğunuzun bildiği gibi Atatürk doğaya ve ağaçlara çok önem veren bir lider, çevre bilincine dair pek çok da eseri var.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ulu önderimiz bize bu ülkeyi emanet ettiğinde acaba onu ne kadar anlamıştık?
Temmuz ayında okuduğum iki farklı haber, Türk insanının çevre bilincini tekrar sorgulamama neden oldu.
TÜRK İNSANININ ÇEVRE BİLİNCİ
Biri ülkedeki maden ocaklarına verilen ruhsatların bulundukları kentin yüzölçümlerine oranıyla, diğeri ise mangal keyfi uğruna yakılan asırlık zeytin ağaçlarıyla ilgiliydi.
Kazdağları dünya çapında endemik bitkileri, oksijen bolluğu ve asırlık zeytin ağaçlarıyla ünlü bir yer.
Altınoluk girişinde yer alan Antandros ören yerinde yaşayanların daha sonra Roma İmparatorluğu’nu kuran Romus ve Romulus’un ataları olduğu söyleniyor.
Yani işin bir de tarih boyutu var.
Hem ormanları, hem de tarım arazileriyle SİT alanı olarak önem arz eden bir yer Kazdağları.
Ormanlar yaşayan, sürekliliği ve işlevleri olan bir düzeni, yani ekosistemi temsil ederler.
Aslında modern çağ insanlarının en büyük sorunlarından olan sağlık konusunda ormanlar rehabilitasyon merkezleri.
Çünkü ormanlarda yer alan ağaçların her biri yılda 12 kilogram karbondioksit emilimi sağlamakta.
İnsan faaliyetleriyle oluşan karbon ayak izlerinin doğal yaşamda somut karşılığı küresel ısınma, iklim değişikliği ve bunlara bağlı olarak doğal yaşamın yok olması.
Karbon ayak izi, bir kişinin ürettiği karbondioksit hesaplanarak bulunan bir sayı ve bu sayılara bakarak durumun önemi daha iyi anlaşılabilir.
2019 verilerine göre bir Türk vatandaşı yılda ortalama 3.14 ton karbondioksit üretiyor.
Dolayısıyla her bir Türk vatandaşının karbon ayak izini silebilmek için yaklaşık 262 ağaç varlığı gerekiyor.
Kazdağları’nın Kirazlı yöresinde 195 bin ağacın kesilmesi yaklaşık 750 Türk vatandaşının yaşama hakkının elinden alınması demek.
Balıkesir’in yüzölçümüne göre oranlandığında Kazdağları’nda açılmış ve açılacak maden sahalarına verilen ruhsat yüzde 79’a denk geliyor.
Bu konuda TEMA, yerel zeytin ve çevre STK’ları yoğun bir şekilde çalışıyor.
Ama gerçek şu ki, Kazdağları göz göre göre katlediliyor.
Bu duruma itiraz ettiğimizde yetkililerin sıkça kullandıkları argüman, madenlerin getirisinin çok olduğu yönünde.
Ancak yapılan araştırmalar ve hesaplamalar gösteriyor ki, bunca verilen zarara karşı ülkenin elde ettiği gelir yok denecek kadar az.
Çünkü sektör lobicilikle kendine o kadar güzel bir yol açmış ki, neredeyse attığı her adım destekleniyor.
Vergi indirimleri mevcut.
Dolayısıyla iş gerçekten şirketler için karlı.
Ama halkın refahına bakıldığında sonuç içler acısı.
İnsanların yaşama hakkına karşı maddi güç savunuluyor.
Şunu da belirtmeliyim:
Maden şirketleri ellerinde bulundurdukları maddi güç sayesinde en ileri teknolojiyi kullanıyor, yöre halkına istihdam, yol ve ihtiyaç olan başka altyapıları sağlayarak güya medeniyet getiriyor.
Ve yaptıkları işin çevreye minimum zarar verdiğini, riskin neredeyse hiç olmadığını iddia ediyorlar.
Ancak şunu da hatırlatmak isterim:
Türkiye İstatistik Kurumu’nun Mart 2014’te yaptığı bir araştırmaya göre Türkiye’de iş kazalarının en fazla yaşandığı sektör maden ve taş ocakçılığı.
Ayrıca Türkiye, maden kazaları sonucu yaşanan ölümlerde dünyada ilk sıralarda yer alıyor.
“Peki biz bu durumda ne yapabiliriz?” diye soracak olursanız aktif yurttaşlık anlayışıyla her fırsatta ve her yerde bu durumdan rahatsız olduğumuzu dile getireceğiz.
Bu lobi faaliyetleri mutlaka bir sonuç verecektir.
‘BENDEN SONRASI TUFAN’ MI?
Bir diğer haber de bir grup vatandaşın mangal keyfi yaptıktan sonra yeterince özenli bir şekilde çöplerini toplamamaları nedeniyle çevredeki asırlık zeytin ağaçlarının yanması.
Kimsenin yediğine içtiğine elbette laf edecek değilim ama ‘Benden sonrası tufan’ anlayışına edecek bir çift sözüm var.
Ağaçlar sabit, gelişimleri yavaş ve sessiz diye onları dekoratif birer süs eşyası gibi görmeye ve hoyratça davranmaya kimsenin hakkı yok.
Zeytin, çınar, porsuk, selvi gibi ağaçlar binlerce yıl doğada yaşayabilir.
Ülkemizde de bunun örneği pek çok anıt ağaç mevcut.
Bu ağaçlar bizlerin kültür mirası ve çok değerli.
Dolayısıyla özenle yaklaşılmalı ve aksi şekilde davrananlar uyarılmalı ya da ağır şekilde cezalandırılmalı.
Bulunduğumuz her ortamda çöpleri toplamalı ve çöpün sahibi biz değilsek, “Aman canım ben yapmadım neden topluyorum?” düşüncesinden vazgeçmeliyiz.
‘Evimiz’ dediğimiz yer sadece kafamızı soktuğumuz dört duvar değil.
Tüm dünya hepimizin evi ve artık sığ düşünmeyi bir kenara bırakıp olaya geniş çerçeveden bakmalıyız.
İklim krizinin kendini iyiden iyiye hissettirdiği bugünlerde çevre bilincimizi gözden geçirmemizin, “Ağacı sev, yeşili koru” ifadesinden daha fazlasını yapmamızın zamanı çoktan geldi.
Mitolojik hikayelerden birinde Homeros’a fısıldayan zeytin ağacının dediği gibi, “Herkese aitim ve kimseye ait değilim. Siz gelmeden önce de buradaydım, siz gittikten sonra da burada olacağım.”
Ve biz de bu bilge ağaçlara daha saygılı olduğumuzda güzel günler elbet göreceğiz.