Anadolu’dan dünyaya
Emekli akademisyen Ali N. Erten’in bir bayram tatilinde gidip aşık olduğu Kazdağları’nda farkına varıp gizemini, rengini, kokusunu çok sevdiği zeytinin yağını sıkıp markalaştırdığı dell’Anatolia aslında bir farkındalık ve baş kaldırışın öyküsü. Yediğimiz her şeyin doğrusunu bulmak öyküsü. Gerçek zeytinyağıyla başlamış, sabun ve gurme ürünlerle devam etmiş. Ali Bey, “Öykümüz yapabildiğimiz ürünlerle devam edecek” diyor.
Ali N. Erten, bir Ankaralı. Ankara Koleji’nden mezun olduktan sonra üniversite öğrenimi için İngiltere’ye gitmiş. Endüstri tasarımcısı olmuş. Türkiye’ye döndükten sonra ODTÜ’de endüstri tasarımı bölümü yeni kurulurken görev yapmış. Emekli olduktan sonra İstanbul’a taşınmış. Bir akşam Boğaziçi Köprüsü’nü tam 1 saat 45 dakikada geçtiğinin farkına varmış. Ki, o 1 saat 45 dakika aslında ömründen geçen bir süreymiş. 2011’de, bir bayram tatilinde eşi Arzu Hanım’la birlikte Kazdağları’na gelmiş. Daha ilk gece havasına vurulmuş. Öyle farklıymış ki, belki de yaşamının en güzel, en deliksiz, en inanılmaz uykusunu uyumuş. Sabah erkenden kalkıp dışarı çıktığında karşıdaki müthiş orman manzarasına bakarken, İstanbul trafiği aklına gelmiş.
İşte o gün artık yaşamının en az 6 ayını bu dağlarda geçirmeye karar vermiş. Radikal bir kararla hemen bir ev bulup, büyük kentin karmaşasını arkasında bırakıp Kazdağlı olmuş. Sebze-meyve ihtiyaçlarını cuma günleri kurulan Küçükkuyu Pazarı’ndan karşılamaya başlamış. Tabii zeytinyağlarını da buradan satın almış. Ama belki biraz kent kökenli olması onu rahat bırakmamış, araştırmaya başlamış. Araştırdıkça korkunç gerçeklerle karşılaşmış, derin üzüntüler yaşamış. ‘Organik, gerçek’ diye yediği yiyecekler onu öyle şaşırtmıştı ki, önce karamsarlık kaplamış içini, sonra da isyan... Ve hayatının dönüm noktası olacak çok önemli bir karar vermiş: “Ürettiğim her ürünü gerçekten doğru üretmeliyim. Her ürünümü kendi aileme kuşkusuz verebilmeliyim.”
JAPON BİLGENİN KİTABIYLA GELEN DEĞİŞİM
Ali Bey, tam da o sırada zeytin ormanlarını, zeytini fark etmiş. Eski bir öğretim görevlisi olarak, araştırmacı kimliğiyle zeytini de öğrenmeye başlamış. Bu uğurda tam 4 yılını harcamış. Zeytini öğrenme çabaları sırasında bir kitap (Doğal Tarımın Yolu, Felsefesi, Uygulaması) ve bir Japon bilge (Masanobu Fukuoka) ile tanışmış. Onun, “İnsanın doğayı kontrol etme, hatta anlama çabası, nafile ve özünde yıkıcı. Doğal tarım yöntemi bir yaşam felsefesidir” sözlerinden çok etkilenmiş. Araştırmaları tutkuya, bağlanmaya ve aşka dönüşmüş. Zeytinin gizemini, rengini, kokusunu çok sevmiş. Ve üretmeye karar vermiş. İsim bulma aşamasında, ziyaretine gelen bir dostu, “Kesinlikle Türkçe bir isim verme” demiş. Ali N. Erten de, “Ama bu topraklardan geldiğini de belirtmeliyim” diye, “Anadolu’dan” anlamına gelen “dell’Anatolia”da karar kılmış.
“Kazdağları’nda yaşamanın bedeli önce inanmak ve doğru bir üretim yapmaktı. Zeytinyağı fikri böyle başladı. Muğla’da katıldığım bir zeytinyağı tadım eğitiminde yaşamımdan un ve ekmeği çıkartırsam ve her gün o çok özel gerçek zeytinyağını tüketirsem diyabet hastalığını yenebileceğimi gördüm. Sayıları az da olsa bize doğanın sunduğu o müthiş mucizeyi, gerçek zeytinyağını üretebilen insanlarla tanıştım. Çevremde ve köyden birçok insan ‘kentten gelmiş cahil zeytinci’ lakabını taksa bile, internet ortamından öğrendiklerim aslında zeytin dünyasından oldukça kopuk olduğumuzu gösteriyordu. İtalya’da, kötü-kusurlu zeytinyağının adının ‘Türk Yağı’ olması çok rahatsız ediciydi” diyor.
MESLEĞİNİ ARTIK ZEYTİNYAĞI İÇİN KULLANIYOR
Zira, bu mucize öyle çarpık ve sahtekar bir ortama da sokulmuş ki, yaşadığı şoklar onu yönlendirmiş. Bir kere o ölümsüz ağacın bu korkunç çarkın içinde daha kolay ve fazla ürün versin diye ne eziyetler çektiğine şahit olmuş. Ali Bey, sonrasını ise şöyle anlatıyor: “Zeytin toplanırken ağacın dibinin temiz ve otsuz olması gerekiyor. Bunun zor ama doğal yöntemleri var. Ağacın altını sürersiniz, dibindeki otlar sürülmüş toprak içinde ağaca gübre olur, gerekirse doğal gübre kullanırsınız. Ama insanın doğaya karşı işlediği suçlar öyle bir seviyeye gelmiş ki, yapay, ilaçlı, hormonlu yem yiyen keçilerin bile gübresi zeytin ağacı için felaket olmuş. O nedenle insan elinin dokunmadığı zeytinlikler aradım, buldum, onlarla çalışıyorum. Aslında bir Ankaralı iken şimdi Kazdağlı bir Çanakkaleliyim. İşimi sorarsanız bir zeytinyağı tutkunu ve üreticisiyim, böyle olmaktan da gurur duyuyorum. Mesleğim endüstri tasarımı ise artık zeytinyağı için kullandığım bir amaç. Gerçekte zeytinyağı üretim biçimim bir tasarım projesi. Kullandığım şişelerde ve grafiklerimde tasarım etkisi benim açımdan çok önemli. Bir de zeytin öyle derin bir konu ki, öğrenmek yetmiyor.”