Onların hikayesi dört kuşak önce büyük dede Ali Rıza Karagöz’ün Balıkesir Gömeç’in Yaya mahallesinde zeytin üretimi yapması ve zeytinyağı sıkımı için de mengene çalıştırmasıyla başlamış. Sonra bayrak oğlu Ali Osman’a, ardından da torunu Doğan Karagöz ve eşi Fatma’ya geçmiş. Şimdilerde ise nöbet onların çocukları Gökçen Karagöz Gündoğdu ile kardeşi Benay Karagöz’de.
HEPSİ DE ÖĞRETMEN KÖKENLİ
Ailede zeytincilik ata mesleği ama Doğan Bey de, Fatma Hanım da, Gökçen Hanım da, Benay Hanım da aynı zamanda öğretmen. Ailenin zeytinlikleri Edremit Körfezi’ne yayılmış durumda. Ayvalık’ta da var, Burhaniye’de de, Edremit’te de… Toplam 100 dönüm. Zeytinler ise Edremit yağlık, Gemlik, domat ve kalamata cinsi. Üretim kapasiteleri 15-20 ton civarı. Tipik bir butik aile işletmesi. Kendi tesisleri var. Boyutuna göre eleme, doldurma, paketleme vs hepsini onlar yapıyor.
Gökçen Karagöz Gündoğdu, “Kendimi bildim bileli zeytin hep hayatımda. Zeytinin içine doğdum. ‘Gemlik ağaçlarımız benimle birlikte büyüdüler’ diyebilirim. Ama asıl olarak, ‘Zeytincilik artık benim mesleğim’ demem 2012’de oldu. Büyük kızım ‘Simya’ doğduğunda işi bıraktım ve evde onun eğitimiyle ilgilenmeye başladım. Ancak çalışmaya alışan bir bünye -her ne kadar çocukla ilgilense de- bir şeyler üretmek istiyor. Erickson’un gelişim evrelerinde ‘üretkenliğe karşı durağanlık’ denen bir dönem vardır. Tam o dönemdeydim. Hem kızımla ilgilenip, hem de üretebileceğim en iyi bildiğim iki işten birini yapmak istedim ve bir marka aldım” diyerek anlatıyor öykülerinin nasıl başladığını…
TAM BİR BUTİK AİLE İŞLETMESİ
İşin mutfağında aslında hep varmış. Bugün ise en büyük destekçileri annesi, babası, kız kardeşi, eşi ve anneannesi imiş. “Annem emekli edebiyat, babam emekli tarih, kız kardeşim de fen bilgisi öğretmeni. İstanbul’da görev yapıyor. Pazarlama ve lojistik konusunda bana yardımcı oluyor. Babam hasat zamanı devreye giriyor. O lezzetli zeytinler ise annemin elinden çıkıyor. Anneannem zeytin sabunlarından sorumlu. Çünkü içlerinde en çok tecrübe gerektiren de zeytin sabunu. Eşim asker. Görevinden arta kalan zamanlarda hep bir şeyler üretip, nasıl ilerleyeceğimiz konusunda istişare yapıyoruz. Tamamen butik bir aile şirketiyiz anlayacağınız. 15-20 ton civarında zeytinyağımız oluyor. Tabii, zeytin ağacının var ve yok senesine göre değişkenlik gösteriyor. Üretim tesisimiz de var. Boyutuna göre eleme, doldurma, paketleme hepsini kendimiz yapıyoruz” diye de devam ediyor.
MARKANIN DOĞUŞ ÖYKÜSÜ DE İLGİNÇ
Firmalarının adı ‘Simyazen Zeytincilik’. Markalarının ismi ‘Simyazen’. Mottoları ise ‘Zeytinyağının Simyası’. Bunun öyküsü de bir hayli ilginç. Gökçen Hanım aslında kızı ‘Simya’nın adına bir marka almak istemiş. Ancak o başvurmadan 2 ay önce Mersin’den bir zeytinci bu adı almış. B planı yokmuş, adeta yıkılmış. “Öz Simya mı olsa? Ama o da çok garip duracak” diye düşünürken, eşinin o dönem görev yaptığı Konya’dan konu açılmış. ‘Mevlana’, ‘hoşgörü’, ‘semazen’ derken ‘Simyazen’ kendiliğinden çıkıvermiş. Hani bebekler için, “Adına doğdu” diye bir tabir kullanılır ya işte o hesap ‘Simyazen’ de adına doğmuş.
Tüketiciye halen internet (www.simyazen.com.tr) , instagram (simyazen_zeytincilik) ve facebook (Simyazen Zeytincilik) üzerinden ulaşmaya çalıştıkları bilgisini paylaşan Gökçen Karagöz Gündoğdu, 2018 ve sonrası hedeflerini ise şöyle anlatıyor:
“Öncelikle ulusal ve uluslararası yarışmalara katılarak zeytinyağımızı Türkiye ve dünyada tanıtmayı planlıyoruz. Çünkü ürünümüze çok güveniyoruz. Bunun ihracat planlarımızı da olumlu yönde etkileyeceğini düşünüyoruz.”
KURDUN, KUŞUN KISMETİNE İNANIYOR
Gökçen Hanım son söz olarak çok sevdiği bir geleneği aktarıyor ve diyor ki: “Hasat zamanı ağacın üzerindeki tüm zeytini toplamayız. Dedelerimiz, ‘Kurdun, kuşun kısmetini ağaçta bırakın’ derdi. Asıl amaç, hasat sonrası, ‘Başakçılar’ diye tabir ettiğimiz, ihtiyacı olan insanların gelip kalan zeytinleri toplaması. İster tüketsinler, ister satsınlar. O kısma onlar karar veriyorlar. Hayrı yapan ve hayırdan faydalanan kişiler birbirlerini hiç bilmiyorlar. Ben bu geleneğimizle hep gurur duymuşumdur.”
Bu hasat döneminde de bu geleneği yaşatanların sayısının eksilmeyip artması dileğiyle…
En sevdiğim zeytinlikler yüksek kesimlerde, sarp yerlerde olanlar… Çünkü sarp ve özellikle rüzgar alan tarlaların zeytini tat açısından daha lezzetli oluyor. “Taze tomurcukları sert rüzgarlar örseler” der, Shakespeare. Rüzgara dayandıkça güçlenir, olgunlaşır zeytin. Tıpkı insan gibi! En lezzetli meyvelerini de en sarp yerlerde verir hep. Tabii dayanıp toplayabilene…