Medine Öğe, ailenin ilk çocuğu. 1988 doğumlu. Önce İstanbul Üniveristesi Edebiyat Fakültesi Klasik Filoloji’yi bitirmiş. Ardından yine aynı üniversitede Edebiyat Fakültesi İtalyan Dili ve Edebiyatı’nda okumuş. Ama yetmemiş, halen Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Dış Ticaret Bölümü’nde eğitimine devam ediyor. Bir yandan da kurumsal bir firmada satış pazarlama ve marka-müşteri ilişkileri biriminde çalışıyor.
Zihni Öğe ise ailenin en küçüğü. 1994 doğumlu. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu mezunu. ODTÜ’ye deprem simülasyon merkezi kurmak için çalışmaya gittiğinde, “Biz neden kendi işimizi yapmıyoruz?” diyerek radikal kararla ata toprağı Çanakkale Ayvacık’ın Babakale köyüne dönmüş. Bu sırada, yıllarca geçimini topraktan sağlayan, bölgenin en büyük zeytinliklerine sahip ailede beklenmedik sağlık sorunları baş göstermiş.
SATMAK YERİNE ÖZE DÖNDÜLER
Aile iki seçenekle karşı karşıya kalmış: Ya ne var ne yoksa satıp farklı yatırımlar yapmak ya da öze dönüp toprağa sarılmak. Tabii ki kimsenin içine ilk seçeneği tercih etmek sinmemiş. Ailenin hiçbir ferdi onca emeği gözden çıkartmak istememiş. Tam yol ayrımına geldikleri bir gün Zihni Öğe, telefonla ablası Medine’yi aramış. Aralarında aynen şu konuşma geçmiş:
Zihni: Abla biz bu zeytinyağlarını üretsek satar mıyız?
Medine: Satarız tabii, ne olacak ki!
Zihni: Abla ben üreteceğim, sen de pazarlayacaksın, tamam mı?
Medine: Tamam, ondan kolay ne var?
SIFIR SARMAYE İLE YOLA ÇIKTILAR
Yola çıkarken sıfır sermayeleri varmış. Ellerindeki tek şey toprak ve zeytinmış. Ürettiklerinden kazanmak, kar etmek zorundaymışlar. Çünkü toprak sürekli yatırım isteyen bir alanmış. Aslında iki yılda geçirdikleri süre o kadar da kolay olmamış. Medine Öğe’nin, “Satarız, bundan kolay ne var?”ından çok daha fazlasıymış. İşte tam da bu noktada markalarını yaratmaya karar vermişler. En basitten yola çıkarak tutkuyla baktıkları, ‘mucize’ diye inandıkları ‘zeytin’in yanına doğdukları topraklar ve özlerinden de bir parça olsun diye Babakale’nin ‘kalesi’ni eklemişler. Ve ortaya ‘Zeytinkale’ çıkmış.
İki kardeş şimdilerde, sert rüzgarların altında yaşama tutunan, Ege güneşi ile beslenen bölgenin nadide zeytinlerinden geçmişin bilgi birikimi ve günümüz teknolojisiyle soğuk sıkım tekniği kullanarak katkısız ve doğal zeytinyağı üretiyorlar. ‘Organik’ yerine ‘iyi tarım’ uygulamasını benimsiyorlar. Kullandıkları her takviyeyi tabiri caizse doktor reçetesiyle alıyorlar. Ellerinden geldiğince butik çalışan yerlerde kendilerine satış noktası yaratıp Zeytinkale’nin hak ettiği değeri bulması için çabalıyorlar.
TERSİNE GÖÇÜN GÜZEL BİR ÖRNEĞİ
“Biz iki kardeş olarak uzunca zamandır geçimini zeytinyağı üretimi yaparak geçiren bir ailenin Çanakkale’nin Babakale köyünde doğup eğitim için farklı kentlere giden ve büyük şehirlerin keşmekeşinden bunalıp, ‘Haydi aile mesleğine, yani toprağa dönelim’ diyen köklü bir ailenin yeni nesliyiz. Amacımız hiçbir zaman daha çok para kazanmak değil, elimizdekinin hak ettiği değeri görmesi. Biz tüccar değil, müstahsiliz. Bu yüzden kendi üretmediğimiz, elimizin değmediği hiçbir ürünü markamızla tüketiciye ulaştırmak gibi bir düşüncemiz yok. Ama daha düşlediğimiz pek çok şey var. Yavaş yavaş hepsini hayata geçirmek için iki kişilik dev kadro olarak çalışmaya devam ediyoruz” diyorlar.
ZEYTİNKALE DÜKKAN SİZİ BEKLİYOR
İki kardeş bu yaz ‘Zeytinkale Dükkan’ı açmışlar. Hem marka kimliklerini güçlendirmek, hem de zeytin ve zeytinyağlarını tattırarak daha fazla kitleye ulaşabilmek amacıyla fabrika satış ofisi konseptinde ufak ve şirin bir yer düşlemişler. Halihazırda köyün oldukça merkezi bir sokağında bulunan depolarını onarıp yeniden hayata döndürmüşler. Binanın orijinalliğini kaybetmemesi ve köyün dokusuna uyum sağlaması için de çok çaba göstermişler. Zeytinkale Dükkan’ı ziyaret edenlerle hem hikayelerini paylaşıyor, hem de onlara dilleri döndüğünce mucizevi bitkiyi anlatmaya çalışıyorlar.