Cumhuriyet Bulvarı No: 82 Erboy 2 İş Merkezi

KONUK YAZAR

 

OLEOLOG DR. MUCAHİT KIVRAK-BALIKESİR ÜNİVERSİTESİ EDREMİT MESLEK YÜKSEKOKULU ZEYTİNCİLİK BÖLÜMÜ

 

Türkiye kendi yolunu çizmeli

 

Cumhuriyet’in ilk yıllarında zeytinle ilgili hiçbir kurum veya kuruluş yoktu, zeytin kendi halindeydi.

Sonra Yalova’da Atatürk’ün emriyle zeytinlikler ayağa kaldırıldı.

O’nun vefatından sonra savaş yılları başladı, üzerine yokluk ve kıtlık geldi.

Hatta, yurtdışına bir ürün satana vatana haini olarak bakılıyordu.

Zeytin sayımız az da olsa artıyordu.

Darbeler, iç karışıklıklar derken; Özallı yıllar başladı.

Çocukluğumun yılları, dışa açılmalar, renkli televizyonlar, ihracat kavramı, Özal’ın prensleri, açılımlar açılımlar…

1990’larda yağ üretimimiz artmaya başladı.

2000’lerde dünya artık köy olmaya başlamıştı.

Dünya yağ sektörü değişiyor, gıda eskisi gibi sadece karın doyurulan bir ürün olmaktan çıkıyor, bir büyük sektör haline geliyordu.

İSPANYOLLAR NASIL BAŞARDI?

İspanya, Franco’yu sevmese de onun diktirdiği zeytinlikler sayesinde dışa bağımlılıktan kurtuluyor, dünya lideri oluyordu.

O bir diktatördü, “Dikin” diyordu, dikiliyordu.

Biz de ise bambaşka işler oluyordu.

1990’larda üretim modelleri değişmeye başlamış, mekanizasyon artmış, üretim-maliyet hesaplarına girilmişti.

Endüstri ve ziraat mühendisliği birlikte planlama yapmaya başlamış, birim maliyetlerinin azaltıldığı bir tarım sistemi üzerinde çalışılmıştı.

Soğuk zararı, bahçelerin yaşlanması nedeniyle İspanyollar mecburiyetten sık dikime girmiş ve başarılı olmuşlar.

Neredeyse dünya genelindeki zeytinyağının yarısını üretebiliyorlar.

Çiftçiler kendi aralarında örgütlenmiş, birbirlerini yemek yerine, dünya yağ pazarı pastasından pay yemeye gözlerini dikmişler.

Sonucunu ise geçtiğimiz sezonun üretim rakamlarında gördük.

Neredeyse 1.5 milyon ton zeytinyağı…

Dünya üretiminin yarısı…

Ülkemizde ise, “Makine alın, zeytini makine ile toplayın, tüm tarım ürünlerinde maliyetleri azaltın” dediğimizde; “Biz sırıkla toplamaya gitmezsek ne iş yaparız?” diye mahalle baskısı oluşuyor.

“Zeytinde damla sulamaya geçelim, suyu istediğinde verebiliriz” dediğimizde, “Zeytin sulanmaz” dediler.

Dünya ileri giderken biz yerimizde sayıyor, hatta ağaçlarımız yaşlanıyor ve verimden düşüyordu.

Makineleşmede geç kalmış ağaçlarımızın formu makineleri kaldırmayacak hale geldi.

2000’li yıllar başladığında milenyum hareketinin bereketi midir bilinmez, unutulan zeytincilik akıllara geldi, yeniden ağaçlandırma seferberliği, zeytinyağı ve sofralık üretim yapacak kişi ya da kuruluşlara destekler verilmeye başlandı.

Her yere zeytin ağacı dikildi.

Uygun olup olmadığına bakılmaksızın her çeşit zeytinin kendi bölgesinin dışına dikimi yapıldı.

Hele de Gemlik–Trilye…

Çiftçimiz ve fidancılar, ‘Gemlik’ dikimi yaparken, ‘ister sofralık, ister yağlık’ diye diktiler, sattılar.

İspanyollar da yeniledikleri arazilerin çoğuna ‘Arbequin–İrta 18’ çeşidini dikmişler, dünyaya da bu çeşidi tanıtmışlar.

Üretimini 4×1.75 şeklinde, dekara 200 ağaçtan fazla gelecek şekilde yaptılar.

En büyük masrafımız olan hasadı makineyle gece de, gündüz de birkaç işçiyle yaparak en kısa sürede fabrikaya getirerek işliyorlar.

Bahçelerinden fabrikalara zeytinleri TIR’larla taşıyorlar.

Fabrikacılar bu işten memnun, üreticiler bu işten memnun, zeytinyağı daha kaliteli üretiliyor.

İspanya, kooperatiflerin üzerinde ayakta duruyor.

Elbirliği ve güçbirliği içinde çalışıyorlar, pazarlamasını profesyoneller yönetiyor, fabrikalarında atıl kapasite yok.

700 kilogramlık malaksöre 150 kilogram zeytin koymuyorlar, böyle bir teklifi kimse yapmıyor.

‘Dip zeytini’ diye bir kavramları yok.

Fabrikanın kapasitesini ikiye bölüp, yarısını ‘dip’, yarısını ‘silkim’ zeytin diye işlemiyorlar.

Bizde ise kuru dip ayrıdır, dip ayrıdır.

Kooperatif anlayışı farklıdır.

Kardeş kardeşe aynı bahçenin zeytinini böler, 250 kilogram zeytini ayrı ayrı malaksörlere sokarız.

Makinist, “Yapmam” derse; kooperatif başkanını tehdit ederiz, “Bir daha sana oy yok” diye…

İspanyol üretim modeli ve ülkemizde uyguladığımız model, uygulanamayacak bir sistem olarak karşımıza çıkmaktadır.

İspanyol üretim modelinde çok üretip maliyetleri düşürerek dünyaya ucuz zeytinyağı satma hedefi bize çok uygun değildir.

İTALYA BİZE ÖRNEK OLABİLİR

Ülkemizin toprak ve arazi koşulları göz önüne alındığında butik üretim yaparak, çok daha kaliteli ürünler elde ederek, bir marka üreterek, tasarımımız ve hikâyemizle satış yapmaya başlamalıyız.

Duyusal olarak çok ürün elde etme şansımız yok.

Duyusal olarak az ama çok güzel zeytinyağları elde edebiliriz.

Çok yağ üretmektense, az ama duyusal açıdan çok kaliteli yağlar üretmeliyiz.

Tanklarımızı korumalıyız, zeytinyağlarımızı klimatize edilmiş ortamda bekletmeliyiz.

Ürünü şişelerken dikkatli olmalıyız, özellikle koyu renk şişelerde sızdırmaz kapaklarla satışa sunmalıyız.

Model ülke olarak bir sistem örnek alınacaksa, İtalya bize model olabilir.

Butik, küçük, aile tipi işletmelerle, agro-turizm çeşitlemeleriyle köylerimizde köylülüğü yeniden öğreterek kendi modelimizi oluşturmalıyız.

Köylerimizde kendi ekmeğini yapanların sayısı her geçen gün azalıyor.

Kuş gribi nedeniyle köylerden kazınan tavukların yerini eskisi gibi dolduramadık.

Her köy evinden süt veren bir hayvan varlığının azalması geçtiğimiz yıllarda et krizine girmemize neden oldu.

Köylerden kopan insanların geriye dönmesini sağlamalıyız.

Kapalı sistem, kendi ürettiğini tüketen, tüketirken kirletmeyen, ürettiğinin fazlasını satan, sattığını yeniden arazisinin imarı için harcayan bir çiftçi modeline ihtiyacımız var.

Hükümetin yerli ürünlerimizi devlet politikası haline getirerek, cumhurbaşkanının, dışişleri bakanının, tarım bakanının her yurtdışı seyahatine ve her yurtdışından gelen misafirine ülkemizin tarımsal ürünlerinden oluşan bir paket hediye edilmelidir.

Köylerin boşaltılarak şehirlerde mutsuz insanlar tablosu oluşturmak yerine, köyünde işinde gücünde, çiftinde çubuğunda olan mutlu köylüler oluşturmak zorundayız.

İspanya ile aynı dünyada olmamız onları geçeceğimiz, daha fazla üreteceğimiz anlamına gelmiyor.

Onlar bazı işleri çoktan aşmışlar.

Bizim yapmamız gereken daha kaliteli, daha doğal, daha çevreci, daha duyusal yağlar oluşturmak.

Biz sürdürülebilir bir tarım modeli oluşturmalıyız.

Yanan orman alanlarımızı koruyup kollamalı, yerini muhafaza etmeliyiz.

Orman ağaçlarını değiştirme fikrinden vazgeçmeliyiz.

Ekonomiye kazandırma fikri nedir?

Orman arazisini tarıma kazandırma ile turizme kazandırma fikri benim için aynı.

Türkiye tarım ülkesidir.

Ülkemizin ormanlarını korumak, turizmi tarıma dayandırmak, ‘her şey dahil’ sisteminden çıkmak, yerel lokantaların ve yerel üreticilerin kazanmasını sağlamak zorundayız.