Yaşam ve direniş döngüsü: zeytin
Her bir zeytin ağacı emdiği karbonlardan ördüğü şeker ve yağlarla kendisini, gölgesinde yaşayan hayvanları (biz de dahil) ve toprak altını besliyor. 100 yaşında bir ağacı yerinden oynatmak 100 yıldır süren bu düzeni bozmak demek.
Yenifoça’dan Kozbeyli’ye doğru giderken bakmaya doyamayacağınız bir zeytinlik var. Yaşlı zeytinler arasında da kırmızı bir römork. Ege’de Atölye’de gerçekleşen 2011’deki zeytin atölyesinin bir bölümünü bu zeytinlikte yapmıştık. Sosyal bilimlerin, benim gibi bir kimyacının aşina olduğu fen bilimlerinden ne kadar farklı olduğunu ilk kez burada idrak etmiştim.
Elimizde not defterleriyle gözlem yapmak için yaşlı ağaçlar arasına dağılmıştık. Çeyrek saat sonraysa toplanıp gözlemlerimizi birbirimize aktarmaya başladık. Fen bilimciler, 6’şar metre aralıklarla dikilmiş, 3’er metre yüksekliğinde ağaçlar, gövdelerinde 1’er santimetrelik oyuklar gibi somut ve objektif aktarımlar yapmış; sosyal bilimciler ise kıvrılarak göğe uzanan bu ağaçlar aynı bu toprakların insanları gibi zorluklara göğüs geriyor gibi benzetmeler aktarmışlardı.
Şimdi aynı böyle bir şey söyleyeceğim. Bence zeytinin en önemli özelliği gerçekten de küllerinden yeniden doğabilmesi. İngilizcesi ‘resilience’ olan bu kelimeyi Tureng ‘çabuk iyileşme gücü’ olarak tercüme etmiş. Tam Türkçe karşılığının olmaması çok acayip çünkü bana öyle geliyor ki sadece zeytin ağaçları değil, bizim coğrafyada yaşayan canlıların ortak özelliği bu. Resilience bazen ‘direnç’ veya ‘dayanıklılık’ olarak çevrilse de ağaç hiç zarar görmüyor değil. Zarar görmesine rağmen çoğu kez toparlanmanın, şartlara uyum sağlamanın bir yolunu bulup bir şekilde yaşama tutunuyor. Zeytin diğer meyve ağaçları gibi değil, tarım bitkisi ama aslında yabani, adı üstünde ‘Delice’. Hiç bakılmasa bile yüzyıllarca büyüyor, ürüyor, meyve veriyor. Türkiye’de yaşı binleri bulmuş o kadar çok zeytin ağacı var ki… Ege’nin herhangi bir köyüne gitseniz, kahvede karşılaştığınız ilk kişi sizi 5-10 asırlık bir ağaca götürür, hem de yürüyerek. 5-10 asır, dile kolay. Bin yıldır yaşayan kaç tanıdığınız var?
VAZGEÇİLMEZ ÇÜNKÜ YAŞATIYOR
Zeytin ağacının vazgeçilmez olmasının en önemli sebeplerinden biri herhalde medeniyetler kurulup yıkılsa da insanın hayatta kalmasını sağlamış olması. Yağlar genel olarak karbonhidrat ve proteinlere göre gram başına kat kat fazla enerji verir, bu sayede de kalbimizin bitmez tükenmez enerji ihtiyacını karşılayabilirler. Uzun ve sağlıklı bir yaşam denildiğinde akla özellikle zeytinyağı gelir çünkü yapısı gereği oksidasyonun zararlarına karşı doğal bir koruması vardır. Modern dünyamızda, ‘Aman ne gerek var, ben zayıflamaya çalışıyorum’ diyor olabilirsiniz ama pandemi, savaş, ekonomi, iklim derken gelecek senaryoları hiç de parlak görünmüyor. Aynı yerde ve zamanda olmasa da milyarlarca insanı etkileyecek krizler ufuktan ufak ufak başlarını gösteriyor. Gıda ve su kıtlığıyla sınandığımızda elmayla yaşamımızı sürdüremeyiz ama zeytin yaşatır, hem de gayet sağlıklı şekilde.
Mitoloji ve kutsal metinlerde ve bu temaları tekrar tekrar yorumlayarak karşımıza çıkan sanat işlerinde zeytinin bu özelliğine dair izler bulmak da mümkün. Örneğin, Yunan mitolojisinde Tanrı Zeus, yeni kurduğu şehir için bir isim yarışması yapacağını duyurur. Yarışmaya katılan Poseidon, üç çatallı mızrağını toprağa vurduğunda topraktan heybetli bir at çıkar. (Aklı fikri savaşta olan) Poseidon bu yenilmez at sayesinde şehrin bütün savaşları kazanacağını söyler. Ardından Athena’nın (‘Ya sabır’ deyip, gözlerini yukarı yuvarladığını hayal ediyorum) kargısını yere batırmasıyla birlikte topraktan dallarında meyveleriyle yüce bir zeytin ağacı yükselir. Athena her zamanki sakin ve kendinden emin duruşu ile açıklar: “Bu ağaç şehir halkını doyuracak, besleyecek, iyileştirecek, aydınlatacak, ısıtacak.” Jüri aklı başındaymış herhalde ki yarışmayı Athena kazanır ve böylece şehrin ismi Atina olur.
İKSİR DİYENLER HAKSIZ DEĞİL
Kızım küçükken sebze yediremediğim günlerde makarnanın üzerine gezdirdiğim 2 kaşık natürel sızma zeytinyağının vicdani rahatsızlığımı nasıl da gurura dönüştürdüğünü hatırlıyorum. İyi hissediyordum, kaliteli yağ alabileceğim üreticilerimiz olduğu için gururlanıyordum. Çünkü biliyordum ki o 2 kaşık zeytinyağı çok değerliydi. Sadece karbonhidrat olan makarnayı mis gibi kokan, besin değeri yüksek bir öğüne dönüştürüyordu. İtinayla üretilmiş ve muhafaza edilmiş kaliteli bir zeytinyağını sihirli bir iksir olarak düşünenler haksız değil! Sağlıklı beslenmek, sağlıklı yaşamak için ihtiyacımız olan, normal şartlarda ancak taze meyve-sebzeden alabileceğimiz vitaminler, antioksidanlar, omega 3’ler-6’lar, nasıl oluyorsa şişenin içinde bozulmadan yıllarca kullanmanızı bekleyebiliyorlar. Bilim kurgu hikâyelerindeki hap haline getirilmiş öğünlere ne gerek var? Halbuki yağ şeklinde olanı var zaten, binlerce yıldır kullanılıyor.
Nesiller boyu aktarılan bu miras, İtalyan mutfağı, Akdeniz mutfağı, zeytinyağlı yemeklerimizle günümüze ulaşıyor. Aile yadigarı bir mirasın o aile için maddi manevi değeri vardır. Bahsettiğimiz bu kültür ise gelmiş geçmiş tüm zamanlarda yaşamış ailelerden, gelecekte yaşayacak tüm ailelere bırakılmış. Bu muazzam kültür mirası sadece bizim için değil, tüm dünya için çok önemli. Zira Birleşmiş Milletler, zeytini Küresel Önem Taşıyan Tarımsal Miras Sistemi, UNESCO Dünya Mirası olarak tanımlıyor. 2019’dan beri 26 Ekim ‘Dünya Zeytin Günü’ olarak kutlanıyor.
YASAYI DELME TEŞEBBÜSLERİ
Yanılıyorsam okuyucular beni düzeltsin ama bildiğim kadarıyla Türkiye, zeytinliklerin korunması için hazırlanan özel bir yasaya en uzun zamandır sahip olan ülke. Örneğin, Katalonya’nın anıt ağaçları ancak 2020’de çıkarılan bir yasayla koruma altına alınmış. Bizde ise Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Yalova’da bir zeytin çiftliği ziyareti sırasında Atatürk, zeytinliklerin korunması ve geliştirilmesi için ziraat vekiline talimat vermiş. İlk olarak 1929’da bir yasa çıkarılmış. Daha sonra o iptal edilip yerine 1939’da Zeytinliklerin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılması Hakkında Kanun çıkarılmış. Aynı yasaya 1995, 2008 ve 2018’de bazı değişiklikler yapılmış. Bu kanunun 25 maddesi var ama genellikle duyduğumuz kısımları, “Kesin zaruret görülmeyen zeytin ağacı kesilemez ve sökülemez” ve “Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mâni olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez”. Son 25 yılda bu kanunu delebilecek 7 teşebbüs olmuş. Bunların hepsi, halkın tepkisi, kurumların itirazları ve açılan davalar sonucu iptal edilmiş. Yani, sürekli bir baskı söz konusu ve bitecek gibi de görünmüyor.
Zeytin Kanunu, 8’inci kez 1 Mart 2022’de, Maden Yönetmeliği’nin bir maddesine eklenen fıkra ile gündeme geldi. “Artan elektrik ihtiyacının karşılanması için yürütülen madencilik faaliyetinin tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlara denk gelmesi ve faaliyetlerin başka alanlarda yürütülmesinin mümkün olmaması durumunda madencilik faaliyeti yürütecek kişinin faaliyetlerinin bitiminde sahayı rehabilite ederek eski hale getireceğini taahhüt etmesi şartıyla zeytin sahasının madencilik faaliyeti yürütülecek kısmının taşınmasına, geçici tesisler inşa edilmesine” izin verileceği belirtiliyor. Hukukçuların dikkatli takibi ve kamuoyunun sert tepkisiyle beraber yine davalar açıldı, Danıştay 8’inci Daire yürütmeyi durdurma kararı verdi.
TAŞIMAK DÜZENİ BOZMAK DEMEK
Doğadaki her şey gibi zeytin ağaçları da yaşam döngüsünün halkaları, atmosferle ve toprakla sürekli alışveriş halindeler. Zeytinlikler, endüstri çağının etkisiyle atmosfere anormal miktarlarda saldığımız karbonun en azından bir kısmını bertaraf ediyor. Her bir zeytin ağacı emdiği karbonlardan ördüğü şeker ve yağlarla kendisini, gölgesinde yaşayan hayvanları (biz de dahil) ve toprak altını besliyor. 100 yaşında bir ağacı yerinden oynatmak 100 yıldır süren bu düzeni bozmak demek. Göçü tecrübe etmiş olanlar yeni yerde yeni düzen kurulsa bile var olan düzeni bozmanın ne kadar zor olduğunu bilirler.
Zeytin ağaçları için de durum farklı değil! Parklarda, yeni yapılan apartmanların, AVM ve otellerin bahçelerinde bir yerlerden sökülüp getirilmiş yüzlerce yıllık zeytin ağaçlarına rastlıyoruz. Bunlar yeni koşullara uyum sağlayabilip hayatta kalanlar. Yalnız bu ağaçlar biraz mahzun görünüyorlar benim gözüme. Ağaçları köklerinden birbirine bağlayan mantar ağlarını (mikoriza) öğrendiğimden beri bir zeytinliği çoğul ağaçlar gibi değil, birlikte işleyen bir topluluk, bir birlik olarak düşünür oldum. Bu birlik yaşayan bir şey. Kalemle çizilmiş sınırları olmadığından, yerin derinliklerinden başlayıp atmosfere uzandığı için elbette taşımak ve sonra tıpatıp eski haline getirmek söz konusu değil. Eskisinin aynısı olmasa da bile yeni bir düzen kurulması zor ve pahalı ama teoride imkânsız olmadığından enerji için zeytinliklerin geçici bir süre taşınması duyulmamış şey de değil. Ancak özellikle yaşlı zeytinlerin olduğu yerlerde insanlar zeytin ağaçlarına bir tarım ürünü değil de ailenin ferdi gibi bağlandıklarından sadece Türkiye’de değil, (İkizköy direnişi) tüm Akdeniz’de zeytin ağaçlarına dokunulması fikri sert protestolarla karşılanıyor. (Transadriyatik boru hattı davası).
ENERJİ, İKLİM KRİZİ, GÜVEN
Enerji ihtiyacımız olduğu yadsınamaz. Bu ihtiyacın nasıl karşılanacağı, hele hele iklim krizi kapıdayken çok karmaşık, cevabı kolay olmayan bir konu. Her zor konu gibi iyi çalışarak, farklı uzmanlıkların bir araya gelmesiyle, şeffaflıkla tartışarak, planlayarak, öncesini sonrasını hesaplayarak, ne kazanırken neyi kaybedeceğimizin bilincinde ilerlenmeli. Her seçimin iyi ve kötü yanları olacak. Bana öyle geliyor ki zeytine karşı maden tartışması buzdağının görünen kısmı. Daha temelde sorun, toplum olarak –elbet yaşanmış kötü tecrübelerin de etkisiyle- herkesin üzerine düşeni layıkıyla yapacağına, şahsi kazanç için hak yemeyeceğine, hukukun işleyeceğine, kısaca birbirimize güvenmiyor olmamız. Yeni dünya ülkeleri, sonradan gördükleri zeytini hızla sahiplenip bırakın Akdeniz kuşağının dışını, Sahra Çölü’ne bile milyonlarca fidanlık kurup, bilimsel araştırmalar ve geliştirilen teknolojilerle kaliteli zeytinyağını sağlıklı beslenmenin parçası yapıyor. Biz ise Ege ve Akdeniz kıyılarının tamamını kaplayan zeytinlik alanlarımızın -yasanın korumasına rağmen- büyüyen yerleşim yerleri tarafından yutularak betona dönüştüğünü gözlemliyoruz. Anıt ağaçlarla dolu, gen çeşitliliği açısından belki de dünyanın sahip olduğu zenginliklerin başında gelen zeytinlikler gençlerin geleceklerini kurmayı hayal ettikleri iklim dostu, sürdürülebilir iş alanları değil; kırsaldan göçmemiş yaşlıların baktığı, şehirde çalışmaktan bıkanların emeklilik hayallerini süsleyen yerler olarak öne çıkıyor. Halbuki acilen sahip olduğumuz bu hazinenin farkına varmalı, koruyamadığımız için sonradan pişman olmamak adına harekete geçmeliyiz.
Ağaçların kesilmesini veya taşınmasını engellemek korumanın birinci adımı elbette ama yukarıda bahsettiğimiz sürekli baskı karşısında galiba yeterli de değil! Bunu, bilinçli üretici ve tüketici olarak, ürünün topraktan sofraya nasıl geldiğinin, neden değerli olduğunun farkında olarak, nasıl daha değerli olabileceğine kafa yorarak, doğru bilgi üreterek, doğru bilgiye itimat ederek, doğru politikalar üreterek, bunların işlerliğini sağlayarak, çocuklarımızı tüm bunların farkında yetiştirerek, uzmanlığımız her ne alanda olursa olsun yaşadığımız topraklardaki zeytin varlığının çağa uygun şekilde sürmesine katkıda bulunarak başarabiliriz diye düşünüyorum.
Bu yazı 5Harfliler.com sitesinden alınmıştır.
Zeynep Delen Nircan, «yaşam ve direniş döngüsü: zeytin», 5Harfliler.com, 10 Nisan 2022.
https://www.5harfliler.com/yasam-ve-direnis-dongusu-zeytin/
KONUK YAZAR
DR. ZEYNEP DELEN NİRCAN-KİMYACI, YAZAR, ÇEVİRMEN, ÖĞRETMEN