Cumhuriyet Bulvarı No: 82 Erboy 2 İş Merkezi

KONUK-YAZAR
OLCAY AKDENİZ-GAZETECİ

Milas bir devrimi başardı

Zeytinin hasat günleri geldiğinde günün başlaması için Milas’ın çok erken öttükleri bilinen horozların sesi bile beklenmezdi.
Çoğu zaman horozları uyandıran sabahın alaca karanlığında evlerde başlayan zeytine gidiş telaşının çığırış bağırış gürültüleri olurdu.
Genellikle toprak tabanlı, zemin katın üstünde yan yana iki odalı Milas evlerinde sabahın seherinde ilk olarak annelerin sesleri çınlardı:
“Haydin bakalım, kalkın. Neredeyse horozlar öter! Kalkın, kalkın bakalım!”
Sonrasında dünün yorgunluğunu henüz atamamış ev halkı birer ikişer sıcacık yataklarından kalkarlar, hemencik kuruluveren yer sofrasının başına bağdaş kurup otururlar, telaşla yağlı zeytin, çökelek peyniri, yumurta ve evde yapılmış ekmekten oluşan kahvaltılarını yaparlardı.
Çar çabuk bitirilen kahvaltının ardından azık çıkınları, su testileri, sepetler alınır, sırıklar omuzlara vurulur ve zeytin dağına doğru yola çıkılırdı.
Bu yolculukta atı, eşeği, at arabası olanlar şanslı (şanslı ne demek bas bayağı varlıklı) sayılırlardı.
Zeytin yolcuları yola koyulduğunda camilerin minarelerinden sabah ezanının sesi duyulurdu.
O ana kadar uyanamamış olanlar telaşla yataklarından fırlar, “Geç kaldık, geç kaldık” diyerek yola çıkmaya hazırlanırlardı.
Yol boyunca öteki sokaklardan, beriki mahallelerden gelen gündelikçiler de ellerinde küçük sepetleri, kollarında azık çıkınlarıyla yürüyenlere katılırlardı.
Zeytinliklere vardıklarında güneş başını dağların ardından uzatmaya başlardı.
Sağdan soldan toplanan çalı çırpı ile ateşler yakılır, sabah ayazından donmuş eller ısıtılır, ateşin külünde pişen çaylar içenlerin içini ısıtırdı.
DÜDÜK SESİ DAĞLARA KADAR YAYILIRDI
Saat 8’e geldiğinde Milas’taki zeytinyağı fabrikalarının düdükleri uzun uzun ötmeye başlardı.
Bu düdük sesleri, çalışmaya başlama vaktinin geldiğini haber verirdi.
Motorlu taşıt gürültülerinin henüz hissedilmediği yıllarda fabrikaların düdük sesleri zeytin dağlarına kadar yayılırdı.
Sabah ayazında hiç kimsenin içinden ağaca çıkmak, sırık sallamak, zeytin ellemek gelmezdi.
Ancak düdük sesi duyulduğunda zeytinlik sahibinin azıcık şakacıktan kızgın, azıcık telaşlı sesi onları oflaya puflaya zeytin ağaçlarına yöneltirdi.
Hepsi de erkek olan sırıkçılardan kimi ağaçların üstüne çıkar, yüksek dalların aralarına uzattıkları sırıkları çırparak zeytin danelerini düşürürlerdi.
Kimileri de yerden, alçak dallardaki zeytinleri çırparlardı.
‘Elleyici’ denilen kadınlar ise zeytin ağaçlarının altına yaydıkları bin bir yamalı eski çarşaflardan oluşan yaygılar üzerine düşen zeytin danelerini sepetlerine doldururlardı.
Yaygıların olmadığı yerlerde ise ister istemez zeytin daneleri topraktan devşirilirdi.
Evde bırakılamayan çocukların görevi ise yerdeki yaygılardan uzaklara düşen zeytin danelerini bulmak ve sepetlere atmaktı.
Sepetlerde biriken zeytinler ise ‘harar’ denilen keten çuvallara doldurulurdu.
Zeytin dolu hararların ağızları zeytin ağaçlarının diplerinden çıkan ‘Delice’ sürgünlerinden kesilen ve uçları sivriltilen, bazen de yanan ateşin külüne gömülerek sertleştirilen ‘Biz’ denilen birer karış boyundaki çubuklarla birbirine tutturularak kapatılırdı.
Sabahın erkeni ile öğle ezanı arasındaki kuşluk vaktinde ise mola verilirdi.
Mola vaktinde yine ateşler yakılır ya da sabah yakılmış ateşler harlandırılırdı.
Ayaz havalarda otlar üzerindeki çiğden-kırağıdan donmuş olan parmaklar ısıtılır, kanın yeniden parmak uçlarında yürümesi sağlanırdı.
Sonrasında yine bir telaşla zeytin hasadı devam ederdi.
Fabrika düdüklerinin sesi ya da fabrika olmayan yerde öğle ezanının sesi zeytin dağlarında yankılanmaya başladığında yemek molası verilirdi.
Çıkınlar açılır, ekmekler, zeytinler, haşlanmış yumurta ve patatesler sofra bezlerinin üzerine yayılır, olanlar olmayanlarla paylaşarak öğle yemeği yenirdi.
Kimi zaman zeytinlik sahibinin getirdiği helva ise o günün zenginliği olurdu.
Öğleden sonra verilen ikindi molasının ardından zeytinliklerde tüm kulaklar saat 17’de çalacak olan fabrika düdüklerinde olurdu.
Fabrika düdükleri duyulduğunda ağaçlardan silkilen ve hararlara doldurulan zeytinler at arabalarına, ciplere ya da sonraki yıllarda traktörlere yüklenerek fabrikalara yollanırdı.
Silkilen zeytin ağaçlarının çıngılları evlerdeki keçilere, kuzulara veya ineklere yiyecek olması için çuvallara doldurulup omuzlara vurulurdu.
Böylece zeytinlik sahipleriyle gündelikçi sırıkçıların ve elleyici kadınların eve dönüş yolculuğu başlardı.
AKŞAMLARI HER EVDE AYNI TELAŞ OLURDU
Zeytinlik sahibi olsun, gündelikçiler olsun eve varıldığında herkesin telaşı aynı olurdu.
Akşam yemeği hazırlanacak, varsa hayvanlar sulanacak, yemleri verilecek, sağılacak hayvan varsa sağılacak…
Çoluk çocuk herkes işin bir ucundan tutar, işler bitirilir ve aile (dedesi, ninesi, oğlu, kızı, gelini, torunuyla) sofrada buluşurdu.
Sofrada kaşığı elinde uyuklayanlar da olur, yanındakinin dürtmesi, karşısındakinin şakasıyla gözkapaklarını zorlukla açarak yemeye devam ederdi.
Akşam yemeğinin bitmesi günün her işinin bittiği, artık dinlenmeye geçileceği anlamına hiç gelmezdi.
Yemekten sonra gün boyu hasat sırasında özenle seçilen zeytinler sepetlerden sofra bezinin üzerine dökülür, tüm aile bireyleri ellerindeki bıçaklarla sofra bezini çevreler ve zeytinleri dilmeye başlarlardı.

Üzerine 2-3 çizik atılan zeytinler fıçılara, küplere doldurulmuş sulara atılarak tatlanmaya bırakılırdı.
Son zeytin danesi dilindiğinde artık uykuya hazırlık vakti de gelmiş olurdu.
Çünkü ertesi gün yine aynı telaş yeniden başlayacaktı…
Zeytinliklerden fabrikalara gönderilen zeytinler ise fabrikaların bahçelerini çepeçevre çeviren taş duvarla yapılmış, arka duvarı yüksek, ön duvarı alçak ikişer-üçer metrekarelik ‘küme’lere yığılırdı.
Kümedeki zeytinler yağmurda, güneşte, soğukta, ayazda etkilenseler de bir baskılık olana kadar biriktirilirdi.
Fabrikacı da zeytinin sahibine sıkabileceği zamana ilişkin gün verirdi.
Baskılık olacak kadar biriken zeytinler sıkılır, daha çok yağ elde edebilmek için de zeytin danelerinin ezilmesiyle oluşan zeytin hamurunun üstüne bol bol sıcak su dökülürdü.
Bu yöntem istisnasız tüm fabrikalarda uygulanırdı.

1 ASİT VE ALTINDAKİLER HAFİF BULUNURDU
Eh, böyle olunca da zeytinyağının asidi 5’i bulur, hatta aşardı.
Ancak bu durum özellikle köylerdeki zeytinyağı üreticisinin umurunda bile olmazdı.
Tersine onlar, nasıl olduysa 1 asit veya altında çıkan zeytinyağlarını beğenmezler, ‘hafif’ bulurlar, “Kuvveti yok” derlerdi.
Onların damak zevki de buna göre oluşmuştu, kuvvetli yağ isterlerdi.
Yani yağ dediğin yüksek asitli olacaktı, kuvvetli olacaktı!
Öyle olacaktı ki ağızda buruk tadı, genizde yakıcı kokusu hissedilecekti.
Zaten ne zeytinin sahiplerinin, ne fabrikacıların bunun dışında bildiği, duyduğu bir başka yöntem de yoktu.
Üstelik tüccarın da umurunda değildi.
O, kaç asit olursa olsun zeytinyağını alır, üzerine karını ekler, İzmir tüccarlarına satardı.
İzmir tüccarının da bu duruma aldırdığı, önemsediği hiç görülmemişti.
Onlar da zeytinyağını alır, depolarına doldurur, duruma göre ya rafine fabrikasına gönderir ya da talep geldiyse İtalya’ya, İspanya’ya ihraç ederdi.
Bu yöntemle zeytinyağının asidinin yüksek çıkmasından, aslında bunun ekonomik bir kayıp olduğundan, zeytinin içindeki polifenoller gibi yararlı bileşenlerin uçup yok olduğundan hiç kimsenin haberi bile yoktu.
Zeytinlik sahipleri fabrikadan aldıkları yağları evlerine taşır, küplere, varillere doldururdu.
Paraya ihtiyacı olan 5’er-10’ar kilo pazara getirir satar, aldığıyla ihtiyaçlarını karşılardı.
Yıl içinde kulakları zeytin tüccarlarında olurdu.
Fiyatların 3-5 kuruş arttığını duyanlar ya da yeni hasat mevsimi yaklaştığında gelecek yeni zeytinyağına yer açmak zorunda olanlar mecburiyetten yağını tüccarlara satardı.
Yıllardan, hatta yüzyıllardan beri bu öyle gelmiş böyle gidiyordu işte!
Herkes babasından gördüğünü, dedesinden duyduğunu sürdürüyordu.
Ve seneler bu şekilde akıp gidiyordu.


İLK KEŞFEDEN PERUK YAPIMCILARI OLDU
Aslında bu süreçte her şeye rağmen Milas zeytinyağı ilk keşfedenler İstanbul’un peruk yapımcıları olmuştu.
Henüz naylon peruk yapımının olmadığı 50’li, 60’lı yıllarda İstanbul’dan Milas’a gelen alıcılar, kadınların ve genç kızların uzun saçlarını satın alırlardı.
Hem de diğer bölgelerde verdikleri saç fiyatından daha çok ödeyerek!
Çünkü o yıllarda Türkiye’ye yeni giren margarini teşvik etmek için radyolarda, “Zeytinyağlı yiyemem aman” diye türküler çalınsa da hep zeytinyağlı yiyen Milaslı kadınların saçları daha gür, saç telleri daha sağlam oldu.
Elbette bu durum da peruk yapımı için aranan en önemli özellikti.
(Kuşkusuz bunda bir de zeytinyağı küplerinin, varillerinin diplerinde biriken zeytinyağı çamuruyla yapılan sabunların da katkısı olmalı.)
O yıllarda Milaslılar kendi zeytinyağlarından yapılmış sabunlardan başka sabun da bilmezdi, şampuan da…
Zaten bilmiş olsalar da kullanmazlardı.
Kadınlar, perukçuların bayıldığı saçlarını hep zeytinyağı sabunlarıyla yıkarlardı.
MADAM MURAT’IN TORUNUYLA YENİ SAYFA
Milas zeytinyağcılığında birbirinden farksız yılların birinde, Milaslıların, “Murat Bey’in torunu” ya da Fransız asıllı ninesinden ötürü “Madam Murat’ın torunu” olarak bildikleri Ali Osman Menteşe, yıllarca çalıştığı ilaç sektöründeki işinden 1998’de emekliye ayrılıp İstanbul’dan Milas’a dönünce Milas zeytinyağı için de yeni bir sayfa açılmış oldu.
O yıllara kadar ortakların bakıp işlettiği zeytinliklerini biraz meraktan, biraz da zamanını değerlendirmek arzusundan kendisi işletmeye karar veren Ali Osman Bey, zeytin ağaçlarının sırıklarla silkilmesinden çok etkilenmiş.
Ona göre bu işlem adeta zeytin ağaçlarının sırıkla dövülmesi demekmiş.
Ağaçlar için içi sızlamış.
Böyle olunca da, “Bu işin başka yolu yok mu?” diye araştırmaya başlamış.
İnternet üzerinden yaptığı araştırmalarda İtalya’da zeytin hasadının makinelerle yapıldığını görmüş.
Hemen eşi Sitare Hanım’ı da yanına alıp İtalya’nın yolunu tutmuş.
Bir traktörün arkasına takılarak zeytin hasadı yapan makineyi görmüş.
Satıcının, “Bu makineyle yeşil zeytinleri de silkebilirsiniz” sözleri aklına takılmış.
Öyle ya, belki de yüzyıllardır Milas’ta, hatta Türkiye’nin tüm zeytincilik bölgelerinde gelenek-alışkanlık zeytinlerin olgunlaşıp rengi siyaha döndüğünde silkilmesi imiş.
Çünkü olgunlaşmamış zeytin danelerinin dallardan sırıklarla düşürülebilmesi mümkün değilmiş.
O anda İtalyan satıcıya, “Neden yeşil zeytinleri silkelim ki?” diye sormak da aklına gelmemiş.
Ali Osman Menteşe, İtalya’dan zeytin hasat makinesini alıp döndükten sonra silkme işinin nasıl kolaylaştığını görmüş.
Orada bir öğrendiği de silkilen zeytinlerin hava almayan çuvallar içine konulup günlerce bekletilmemesi gerektiği olmuş.
Zeytinler hava alabilen kasalarda fabrikalara götürülmeli ve mümkün olan en kısa sürede de sıkılmalıymış.
Ali Osman Bey de öyle yapmaya başlamış.
Ali Osman Menteşe’nin İtalya’da öğrendiği bir başka şey de artık zeytinlik sahiplerinin kendi tesislerini kurarak kendi zeytinlerini kendilerinin sıkıp yağa dönüştürmeleri olmuş.
Bunlar aslında o kadar büyük makineler değilmiş.
Her üreticinin kendi zeytinini sıkabileceği kadar küçük makinelermiş.


PAMUK PARASIYLA KENDİ TESİSİNİ KURDU
Ali Osman Bey, emekliye ayrılıp Milas’a döndükten sonra kendi tarlalarında pamuk üretimine de başlamış.
Ancak pamuk hasadında işçilik maliyetlerinin yüksekliği kısa sürede bu işten soğumasına, sonra da kopmasına neden olmuş.
“Ben artık pamuk işi yapmayacağım” dediği 2004’te pamuk işi için ayırdığı paranın elinde kalması üzerine aklına İtalyan hasat makinesi satıcısının söyledikleri gelmiş:
“Burada artık pek çok kişi kendi zeytinlerini kendileri sıkmak için tesis kurmaya başladı.”
Böylece Ali Osman Menteşe elinde kalan pamuk parasını zeytinyağı tesisi kurmak için kullanmaya karar vermiş.
Satın aldığı zeytin sıkım makineleri 2004’ün ekim ayında Milas’a gelmiş.
İtalyan montör makineyi kurmuş ve “Bir deneyelim” demiş.
Ekim ayı olduğu için tamamen yeşil olan zeytinleri toplamışlar, makineye atmışlar.
Az sonra akmaya başlayan zeytinyağını tadan İtalyan usta çok şaşırmış.
“Ben bu makineyi İtalya’da, Portekiz’de, Tunus’ta, Lübnan’da kurdum ama hiçbir yerde böyle bir tat, böyle bir lezzet, böyle bir koku alamadım. Bu çok mükemmel bir zeytinyağı” demiş.
Ve mutlaka uluslararası yarışmalara katılmalarını önermiş.
İtalya’da yapılan ve her yıl dünyanın en iyi 500 zeytinyağı markasının seçildiği yarışmayı tavsiye etmiş.
İşte o zaman zeytin hasat makinesini aldığı İtalyan satıcının, “Bu makineyle yeşil zeytinleri de silkebilirsiniz” dediğini hatırlamış.
Böylece erken hasadın kerametini fark etmiş.
Bir de İtalyan ustadan sıkımda sıcak su kullanmaması gerektiğini, sıcak suyun zeytinin içindeki polifenollerin uçmasına neden olduğunu, ayrıca zeytinyağının havayla hiç temasının olmaması gerektiğini öğrenmiş.
FLOS OLEI’YE GİREBİLEN İLK MARKA
İtalyan ustanın uluslararası yarışmalara katılma önerine o yıl cesaret edemeyen Ali Osman Bey ertesi sene tüm zeytinlerini erken hasat, soğuk sıkım yöntemiyle kendi tesisinde sıkmış.
Hasat edilen zeytinleri de hava alan plastik kasalar içinde tesisine getirmiş ve hiç bekletmeden sıkmış.
Böyle yapınca zeytinyağının 0.2 asit olduğunu görmüş ve yağını İtalya’ya yarışmaya göndermeye karar vermiş.
Ve sonrasında her yıl katıldığı Flos Olei’nin yarışmalarında Ali Osman Menteşe’nin zeytinyağı ‘Menteşe Som’ markasıyla katalogda yer alır olmuş.
Elbette Ali Osman Bey’in zeytinyağı üretiminde uluslararası düzeyde başarısının duyulması Milas’ta da zeytinyağına bakışı değiştirmeye başladı.
Önce Milas Ticaret ve Sanayi Odası (MİTSO), ilçe sınırları içinde, yörenin yerel türü olan ‘Memecik’ çeşidi zeytin ağaçlarından erken hasat, soğuk sıkım yöntemiyle elde edilen Milas zeytinyağına coğrafi işaret almak için 2014’te Türk Patent ve Marka Kurumu’na başvuruda bulundu.
2016’da da coğrafi işareti almayı başardı.
TPMK’dan alınan coğrafi işaretin getirdiği özgüvenle bu kez AB’den de coğrafi işaret almak için başvuruda bulunuldu.
2020’de AB, MİTSO’nun başvurusunu kabul edip Milas zeytinyağının coğrafi işaretini tescilledi.
Böylece Milas zeytinyağı AB’den coğrafi işaret almayı başaran ilk ve tek Türk zeytinyağı, bugüne kadar AB’den coğrafi işaret alabilmiş 4 Türk ürününden biri oldu.
(Daha sonra Aydın kestanesi, Taşköprü sarımsağı ve Bayramiç beyazının da AB’den coğrafi işaret almasıyla birlikte AB coğrafi işaretli Türk ürünlerinin sayısı 7’ye çıktı.)
Ali Osman Bey’in uluslararası yarışmalarda her yıl Milas zeytinyağı ile ödüller kazanması, MİTSO’nun önce Türkiye’den, ardından AB’den coğrafi işaret almayı başarması Milas’a ve Türkiye’deki Milas zeytinyağı algısını tamamen değiştirdi.
TÜRKİYE’NİN AB’Lİ İLK ZEYTİNYAĞI
Önceleri İzmir piyasasında ‘rafinajlık yağ’ olarak görülen Milas zeytinyağı, adı çok duyulan, aranan, tercih edilen bir zeytinyağı haline geldi.
Bu süreçte yine MİTSO’nun, Ziraat Odası’nın, kaymakamlığın ve belediyenin iş birliğinde başlatılan tanıtım çalışmaları kapsamında yapılan Milas Zeytin Hasat Şenlikleri çok etkili oldu.
Zeytinyağı üreticisi daha önce, “Para etmiyor” diyerek hasat etmekten kaçındığını zeytinine, zeytinyağına yeni bir hevesle sarılmaya başladı.
Milas’taki 70’i aşkın zeytinyağı fabrikası, erken hasat, soğuk sıkım yönteminin zeytinyağında kaliteyi artırdığını görünce üreticiyi ikna edip soğuk sıkıma yönelmeye başladılar.
Üstelik fabrikalarını elden geçirip yenilemeye, hijyene daha çok önem vermeye giriştiler.
Elde edilen zeytinyağlarını havayla temas etmeden saklayabilmek için kromajlı tanklar satın aldılar.
Aynı işi üreticiler de yapmaya başladılar.
Üreticiler de evlerine götürdükleri zeytinyağlarını artık olabildiğince hava ile temas etmeden saklamaya çalışır oldular.
Güçleri yetenler ise birer ikişer kromajlı tanklar edinmeye başladılar.
Bu arada internet pazarında da adını duyuran Milas zeytinyağına çeşitli ülkelerden talepler gelmeye başladı.
Milas zeytinyağına yurtiçinden ve yurtdışından ilginin artması markalı üretimi adeta tetikledi.
Coğrafi işaret öncesinde bir elin parmaklarını aşmayan Milas zeytinyağı markası sayısı kısa sürede 70’i buldu.
DÖRT BİR YANDAN GELİP YERLEŞTİLER
Milas zeytinyağının Türkiye’den ve AB’den coğrafi işaret alması, uluslararası yarışmalardan ödüller kazanması, hasat şenlikleriyle adını duyurmasının en ilginç sonucu, farklı illerden ve farklı mesleklerden kişilerin Milas’a zeytin-zeytinyağı üretmek için gelmesi oldu.
Hepsi de iyi eğitimli, mesleklerinde başarılı olmuş kişiler…
Ya yeni bir iş yapmak ya yaşadıkları büyük şehirden kaçıp yeni bir iş kurmak ya da bu iş gelecek vaat eden bir iş olarak görüp yatırım yapmak için Milas’a gelmeye başladılar.
Kimi satın aldığı, kimi kiraladığı zeytinliklerde zeytin ve zeytinyağı üretimine giriştiler.
Kendi markalarını oluşturdular.
Hatta ihracata bile yöneldiler.
Kimileri sadece zeytin-zeytinyağı üretimiyle kalmadı, örnek gösterilecek nitelikle modern fabrikalar da kurdular.
Onların kurduğu yeni ve modern tesisler geleneksel fabrika sahiplerini de etkiledi, onlar da işletmelerini yenileme gayretine giriştiler.
Böylece Milas’ta yüzlerce yıllık gelenekle zeytin ve zeytinyağı üreten üreticilerin yerini giderek iyi eğitim görmüş, kendi işlerinde iyi kariyer edinmiş yeni yeni üreticiler almaya başladı.
Bu kesimin zeytin-zeytinyağı üretimine girmesiyle birlikte Milas zeytinyağının önünde yeni bir çığır açılmaya başladı.
Kısa sayılabilecek bir sürede erişilen bu başarı, olumlu yönde sağlanan dönüşüm ve gelişmede önemli bir rol üstlenen MİTSO Yönetim Kurulu Başkanı Reşit Özer gelinen noktadan en çok gurur duyanların başında geliyor.
İNANDIK, İMKANSIZI GERÇEKLEŞTİRDİK
Ve diyor ki:
“Öncelikle MİTSO olarak bir imkansızı başardık.
Herkesin rafinajlık yağ diye hor gördüğü Milas zeytinyağını AB’den coğrafi işaret almayı başarmış bir zeytinyağı haline getirdik.
Markalaşmayı ve ihracatı teşvik ettik.
Markalı zeytinyağı sayımız kısa sürede 70’i buldu.
Coğrafi işaretlerle, uluslararası yarışmalarda aldığı başarılarla çok büyük bir özgüven kazanan üreticilerimiz şimdi ABD’den Uzakdoğu’ya kadar pek çok ülkeye ihracat yapmaya başladılar.
Üstelik iç piyasadaki fiyatların kat kat üstündeki rakamlarla ürünlerini pazarlıyorlar.
Bu tabii ki bir Milaslı olarak bizleri sevindiriyor.
Bu başarıda çok büyük pay sahibi olan MİTSO olarak bize gurur veriyor.
Biz, Milas zeytinyağına inanarak yola çıktık ve adeta imkansız olanı başardık.
Bundan sonra yolumuz açık.
Milas zeytinyağını, zeytinyağı üreticilerini çok güzel bir gelecek bekliyor.
Üreticilerimizle, fabrikacılarımızla, üretimin her aşamasında emek veren işçilerimizle; kaymakamlıktan belediyeye, MİTSO’dan ziraat odasına tüm kurumlarımızla hep birlikte başardık.
Ancak hiç kuşkusuz bu başarımızda ilk adımı atan Ali Osman Menteşe’nin emeği ve öncülüğü çok büyük bir anlam ve değer taşıyor.”
Milas’ta geçmişten günümüze zeytinin ve zeytinyağının tarihi yeniden yazılmayacak belki, ama hiç kuşkusuz geleceği dünkü beklentilerin çok ötesinde çoktan yazılmaya başlandı.
Bu sanki, zaman makinesiyle zaman ötesine gitmek gibi bir şey.
Ancak Milaslılar upuzun tarihi bir sürecin sonunda çok kısa sayılacak bir zaman dilimi içinde bunu başardılar.
Adeta bir devrim yaptılar.
Biz de bu sürece içinden tanıklık etmiş olmanın ayrıcalığıyla buraya son noktayı koymanın keyfini yaşıyoruz.