Coğrafyamızın bana göre en önemli özelliklerinden biri de yüzyıllardan beri şifası bilinen birçok bitkiye ve beraberinde meyve-sebzeye sahip olmasıdır. Öylesine bir zenginliktir ki bu, halen endemik türlerimiz saptanmaya devam ediyor ve biz onları günümüzde halen kayıt altına alma gayretimizi sürdürüyoruz. Son yıllarda giderek artan sağlık ve beslenme ilişkisi aslında insanın var oluşundan beri gündemden hiç düşmemiş. Arada sırada gündemi değiştiren başka konular olunca geri planda kalmış. İçinde bulunduğumuz ve 2020’nin dünyayı sarstığı Kovid-19 salgınıyla birlikte gündemimiz yeniden sağlık ve beslenme üzerine dönüşürken, elimizdekinin kıymetini bilmek de ön sıralara yerleşti.
BİRBİRLERİNİ TAMAMLIYORLAR
İncir ve zeytinyağı ise bilinen en eski sağlıklı müthiş ikili. Okuduğum makalelerden birinde zeytin ve incir ağaçları aynı yerde ekili ise o toprağın bereketinden sual olunmadığından bahsediyordu, yazar. Sadece toprağın bereketine değil, birlikte tüketildiklerinde de yarattıkları etki Kuran’da anlatılmakta. Biraz gözlem yapabiliyorsanız her iki ağacın yan yanan bulundukları topraklarda sonuçları hepimiz fark edebiliriz. Yeter ki, bakmayı bilelim.
Zeytinin ve incirin birbirine olan faydasının teknik detaylarına girmeden, her iki meyveden ve birbirini nasıl tamamladıklarından biraz bahsetmek istiyorum. İncir ve zeytini ‘müthiş ikili’ olarak tanımlıyorum. Biri, diğerinin tamamlayıcısı. Sırayla hasatları yapılıyor. Önce incir, sonra zeytin. İncirler dallarında kurumaya başladıklarında zeytinin de hasadı başlıyor. İncir meyvesi çiçeklenmesini kendi içinde olgunlaştırırken, zeytin de meyve olmasına karşın dalından yenilemeyen tek meyve olma özelliğini taşıyor. Her iki meyve geçmişten günümüze taşınmış, antik çağlarda mitolojik öykülerin yıldızı konumundalar. Mitolojik öykülerde zeytin de, incir de, bereketi, zenginliği, barışı ve sürdürülebilirliği temsil eden sembolik ürün olarak geçiyorlar. Ve her ikisi de bütün kutsal kitaplarda yer alıyor.
EGE MUTFAĞININ VAZGEÇİLMEZLERİ
Onlar, Ege mutfağının da değişmez parçaları. İncir konusu Aydın’ın UNESCO Gastronomi Şehirleri yolundaki altın anahtarı. ‘Neden?’ derseniz, antik çağ öyküleri Aydın’ı işaret ediyor. Bilimsel sınıflandırmada kullanılan Latince adı ‘Ficus carica’ olan incirin ismini Güney Ege’de yaşamış Karia uygarlığından aldığını da eklemeliyim. Zeytin ağacı Hatay, incir ise Aydın çıkışlı diyebiliriz. ‘Dağlarından yağ, ovalarından bal akan şehir’ tanımlamasının karşılığını Aydın’ın bahçelerinde, dağlarında dolaşırken gözlemleyebilirsiniz. Gördüklerinize siz de şaşırırsınız. Toprağın verimliliği, ürün çeşitliliğinin zenginliği sizi kendine çeker. Tatlarına ise bayılırsınız. Mursallı’dan incir bahçelerinin nasıl korunduğunu gözlemlersiniz. İyi bakılmış ağaçlardan dalında kuruyan sarı lopların ballarını saldığını izlersiniz. Söke’den yukarı kendinizi vurdunuz mu dağlar ıssızlaşır. Gözünüzün alabildiği zeytin ağaçları kaplar etrafınızı. Dağda zeytinlerin arasında başka bir ağaca rastlamazsınız, bir köy görene kadar! Ovalar bal kaplıdır, dağlar ise yağ…
750 ÇEŞİT İNCİR, 600 ÇEŞİT ZEYTİN
Yeryüzünde 750’den fazla incir türü olduğu söyleniyor, zeytin için ise bu sayı 600. Bizler çok şanslıyız. Neredeyse her bölgenin kendine has hem inciri, hem de zeytini var. Bazı türlerin ise coğrafi işaretleri mevcut. Sarı lop incirde Gemlik ve zeytinde Milas ilk aklıma gelenler.
Diğer yaş ve kuru meyvelere bakıldığında incirin içerdiği lif oranı yüksektir. Yağ bulunmadığı için zeytinyağı tamamlayıcısıdır. Araştırmalar yüksek kaliteli antioksidan içeren en sağlıklı kuru meyve olduğunu ortaya koymuştur. Zeytinyağı tekli doymamış yağın yüzde 75’ine ve doymuş yağın sadece yüzde 13’üne sahiptir. Diğer birçok tohum yağlarında polifenol bulunmamaktadır. Polifenoller antioksidan özellikleriyle bilinmektedir.
HEM KOLAY, HEM DE DOĞAL
Kolay ve doğal bir reçete: İstediğiniz miktarda kuru inciri soğuk sıkım zeytinyağı ile aynı kapta 1-2 gün bekletin. Sabahları aç karnına tüketin. Aydınlılar bu karışımı kuru inciri yumuşatmak için tüketiyorlar. Hemen hatırlatmak isterim, ülkemizde en uzun ömürlü insanlarımız bu bölgede yaşıyorlar.
Hipokrat’ın dediği gibi; yediğiniz ilacınız, ilacınız yediğiniz olsun.