Cumhuriyet Bulvarı No: 82 Erboy 2 İş Merkezi

Bundan 11 yıl önce, zeytinle ilgili henüz hiçbir şey bilmiyorken, her şey Şirince’nin Beylikiçi Mevkisi’ne ne aradığını tam da bilmediği güneşli bir günde bozuk bir yoldan girmesiyle başlamış. Şimdi zeytinlik haline gelen arazide küçük bakımsız bir üzüm bağı, şeftali, elma, vişne, ceviz ağaçları ve ‘dam’ dedikleri yıkık kulübecik varmış. Bu damın sonradan Dido Sotiriyu’nun ‘Benden Selam Söyle Anadolu’ya’ kitabında bahsettiği ev olduğunu anladığında hiçbir şeyin tesadüf olmadığına olan inancı biraz daha güçlenmiş. Emre Temelli, giriş yaptığı kuzey tarafından Beylikiçi’ne baktığında o arazinin ormanın hemen altında parladığını ve deyim yerindeyse kendisine göz kırptığını görmüş. -Kendi ifadesiyle- o gün biri bu emsalsiz yerde yeni bir hayat kuracağını, zeytinyağı üreteceğini söylese inanmazmış. Ama yapmış, hem de en iyilerinden birini yapmış.

ALDIĞINDA ÇÖPLÜKTEN FARKSIZ BİR YERDİ

Aldığında arazi bakımsız ve verimsiz görünüyormuş. Sabırla iyileştirmeler yapmaya başlamış. Tarım konusundaki kısıtlı bilgisine rağmen gidip toprakla uğraşmayı çok sevmiş. Bu arada Şirince’den Emin’le tanışmış ve küçük bağ evinin yapılışından itibaren onunla hep omuz omuza çalışmış. Önce verimsiz bitkileri temizlemiş, araziyi ıslah etmiş, hiç durmadan da her boşluğa zeytin fidanı dikmiş. Daha önce dikilmiş ağaçlara da gözü gibi bakmış. Önceleri 150-200 litre zeytinyağı elde etmiş. Büyük kısmını kendileri tüketmiş, kalanı eşe-dosta dağıtılmış. O zaman fark etmiş ki, şimdiye kadar zeytinyağı yememiş! Beylikiçi’nden gelen o şahane kokulu ürünün tadını alınca başka bir yağ kullanamaz olmuş. Orta Ege’nin o yoğun aroması onu derinden etkilemiş. Ağaçlar geliştikçe ürün miktarı artmış. Sonra, “Neden daha fazla insan bu tadı, kokuyu, nefaseti tatmasın?” demiş ve yola çıktı.

ASLINDA İKİSİ DE PROFESYONEL YÖNETİCİ

Emre Bey aslında İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme mezunu. İstanbul Üniversitesi Para Banka Bölümü’nden de mastırı var. Uzun yıllar para ve sermaye piyasalarında boy göstermiş. Eşi Handan Hanım ise yabancı bir şirkette borsalar data yönetmeni olarak çalışmış. Bundan yaklaşık 3 yıl önce radikal bir karar verip profesyonel hayattan çekilme kararı almışlar. Her ikisinin de emekliliği gelmiş ve o kararı vermek çok da zor olmamış. Çok genç yaşlarda çalışma hayatına atılıp herkes gibi profesyonel anlamda kimi zaman dalgalı, kimi zaman sıkıntılı, kimi zaman ferah ama hep çok yoğun bir yaşamın ardından doğaya dönmek o anlamda adeta ilaç gibi gelmiş.

ZENGİN DEĞİL, ENGİN OLMAYI SEÇTİLER

Emre Temelli diyor ki: “Tarım konusunda kendimizi geliştirmek için durmadan okuduk. Özellikle bahçe tarımı ve zeytincilik konusunda dünyanın her yerinden kitaplar getirtip hatmettik. Ve fark ettik ki, zeytin konusunda bir tek Türkiye’de değil, dünyada da tam bir görüş ve uygulama birliği yok. Bölge, iklim, zeytin çeşidi, koşul ve amaca yönelik olarak her üretici farklı tavır içinde olabiliyor. Bu arada ufkumuzu genişletmek için Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Tarım Bölümü’nde eğitim görmeye başladık. Ama asıl amacımız butik kalıp, ekonomik kaygıdan uzak, özel ürün yaratma ve sürdürme yolunda iyi bir hayat yaşamaktı. Hala da öyle… Zengin değil, engin olmayı seçtik. Tüm profesyonel ve girişimci hayatımızı masa başında, bilgisayar karşısında geçirmiş insanlar olarak sabah erken kalkıp toprakla uğraşmayı, doğayla savaşmayı değil; iç içe olmayı, onu anlamayı ve akşam güneş batarken yorgun argın eve dönüp yatağı zor bulmayı seviyoruz. Çok daha yorucu olmasına rağmen traktör, çapalama makinesi veya bedenle çalışmaktan büyük keyif alıyoruz. Bu arada ürünümüzü tüketen insanlardan aldığımız tepki en kıymetli mülkümüz. Ürettiğimiz yağı üretim aşamasındaki tüm emeği geçen insanlarla ve tek tek her bir tüketiciyle paylaşmak ise en büyük servetimiz. ‘Zeytinyağı üretiyoruz’ dediğimizde bize hemen üç soru soruluyor: ‘Soğuk sıkım mı, taş baskı mı, asidi ne kadar?’ Aslında bu üç soru da yağın polifenol değeri konuşulmadığı sürece çok anlamlı değil. Bugün ülkemizde fenol konusu gündemde değil, konuşulmuyor. Ancak biz biliyoruz ki, tüketicilerimiz bir gün yüksek fenollü yağların farkına varacak ve kimyasal gübre, böcek, ot ilacı kullanılmayan en ilaç kıvamındaki ürünleri arayacak. Geçen sene 600 mg/kg ve 800 mg/kg’a kadar fenol elde ettik ve bunun için çok çalıştık. Bu sene de yine aynı oranları elde edeceğimizi düşünüyoruz. Alzheimerdan antioksidanlığa, analjezik etkiden antikarsinojenikliğe, antiaterojenik etkiden trombosit desteğine, serbest radikal inhibitörlüğü ve steroid hormonların temel yapıtaşı olma özelliğine kadar çok geniş etkiye sahip fenol yapıların öneminin en kısa sürede anlaşılacağına eminiz. Amatör bir ruhla profesyonel bir iş yaptığımızı ve bundan zevk aldığımız için başarılı olduğumuzu düşünüyoruz.”

MARKA İSE TAMAMEN BİR TESADÜF ESERİ

Markanın öyküsüne gelince, onu da şöyle anlatıyor: “Tümüyle tesadüf eseri. Ortaokuldan beri arkadaşım olan reklam ajansı sahibi Serdar Sönmezışık bizi Şirince’de ziyaret ettiğinde küçük kızım Nehir’i bahçedeki salıncakta gördü. Biz de o aralar ürünümüze isim arayışındayız. İki gün sonra beni arayıp, ‘Markanı buldum’ dedi: Altalena… İtalyanca ‘Salıncak’ demek. Hepimiz çok sevdik ve tescil ettirdik.”

İnanıyorum ki, bu ‘salıncak’ta daha nice öyküler dinleyeceğiz. Ulusal ve uluslararası yarışmalarda gelecek ödüllerle Şirince’nin adının zeytinyağıyla da tüm dünyaya duyulmasına şahitlik edeceğiz.